2 Ağustos 2013 Cuma

              Bir terkediş biçimi olarak; göğüs uçlarında yürümek.




                                       

                          -körlerimiz görür görlerimiz körmez bile-

Kör Nabız



Şimdi sen,
Yetim bir tütünün küllerinden doğacaksın
Yahut öleceksin
Bunu geçelim..
Ve onu,
Belinden kavrar gibi,
Dudaklarınla dansa kaldıracaksın.
Öyleyse,

-Sardığın sigaraya sıkıştır beni-

Zamansız salgılanan adrenalin,
Yanlış yola sapmış,
Kör bir nabız
Gibi
Hızlı hızlı yutarken sen, dumanı.
Tutunacağım tek dalsa,
Ciğerlerin.
Kesme,
Nefesini.

Ağlayan bir çift memeyi dinler gibi,
Sokaktaki arkadaşını aç gördüğünde emzirmek isteyen bir çocuk gibi,
Sesler duyuyorsun,
Aynı annenin sütünden,
Ve burnundan gelen.
Kulağını kalbine dayıyorsun,
İçinde ölen,
Birinin,
Yasını tutuyor şirinler...
Çünkü sen, uslu bir çocuksun.
Düşleri dökülen
Ağlamayı bilmeyen
Konuşmayı sevmeyen.

DOKTOR SELİM


Ağzını nemli küfürlerle doldurup, kendi için açılmakta olan fermuara sürdü dilini kıvırcık saçlı fahişe.Saçları elektrik mavisi, sol omzunda Ra’nın gözü.Eski, köhne, sahte bir pub’ın pis ve küçük tuvaletindeydiler.Adam, tüm …gücünü kadının ensesine yamalıyordu.Dizginlenemeyen bir pezevenk ne kadar pezevenkse, o kadardı işte.Asıl mesleği bu değildi, hobi olarak yapıyordu.Aslında kadın doğum uzmanıydı ve işini severek yapıyordu Doktor Selim.Dakikalar sonra geceyi sabaha bağlayan bu saatlerde, salyalarını ve doğması imkansız veletlerini kırık bir klozetin içine akıttı.Eğlence ve votka bitmişti.Yarın sabah mesai vardı.Yorgun düşen vücudunu arabasına kadar sürükleyebildi.Karanlığın içine sızan Selim, başına geleceklerden habersiz uykuya daldı.

Sabah uyandığında işe geç kaldığını fark etti.Birden motor hortladı, gaz pedalı üzerinde 43 numaralık bir ağırlık hissetti ve ibre artık 120’yi gösteriyordu.Gittikçe gürültü çıkaran motor, hastanenin otoparkında birden bire durdu.Selim bagajdan çantasını ve laptop’ını kaptı.Hızlı adımlarla giriş kapısını geçti.Herkesin selamını alıyor fakat cimriliğinden değil ama ‘’akşamdan kalmalığından’’ kimseye vermiyordu.Doktor Selim’in bu tutumu kimsenin dikkatini çekmiyordu.Çünkü her zamanki haliydi.Sürpriz bir şey yoktu.

Pantolonun cebinde bir titreşim hissetti.Hormonlarını kontrol etti.Bu kesinlikle bir boşalma çabası değildi. ‘’Peki ama, öyleyse ne?’’ diye geçirdi içinden.Aklı ve eli aynı anda cebine gitti.Telefonunu çıkarıp yeşil tuşa bastı:
-Evet?
-Selim, eve…

Selim duymak istemiyordu.Yine aynı hızla aklı ve eli kapatma tuşuna yürüdü.Ve telefonu karısının suratına kapattı.Kızcağızın cümleleri, havada asılı kaldı.

Selim ve Azize Kılavuz çifti üç senedir evliydi.Ne Selim ne de Azize kısırdı.Çocuk yapmamışlardı.Selim, dokuz çocuklu bir ailenin son numarası olduğundan bir süre evinde besleyeceği tek parazitin ‘’sessizlik’’ olmasını tercih etmişti.Azize’ye sürekli doğum kontrol hapları alıyor, evinden prezervatifi eksik etmiyordu.Azize Selim’le görmeden evlenmişti.Selim’in de Azize hakkında bildiği tek şey 19 yaşında bir geç kız olduğuydu.Kendinden 13 yaş küçüktü.Diri ve güzel bir kızdı Azize, tazeydi.Göğüsleri, içindeki sütten gerilmiş ve dikleşmiş bir gebenin göğüslerini andırıyordu.Selim onları gerdek gecesi gördü.

Hekimhan‘dan gelen yeni gelin İstanbul’a ayak uydurmakta zorluk çekiyordu.Kocası genelde yanında kalmıyor nöbette olduğunu söyleyip bahaneler uyduruyordu.Nadiren evde kalıyor, kaldığı gecelerde de Azize’nin yüzüne bile bakmadan saatlerce kızı sikiyordu.Onu bir rahatlatma mekanizması olarak görüyordu Selim.Ailesinin isteği üzerine evlendiği, ama hiçbir zaman karısı olarak görmediği bir kızdı Azize…

Eskiden sürekli farklı kadınlara giderdi.Bir kere seviştiği kadınla bir daha sevişmezdi.Annesi ve iki kız kardeşi hariç, dünyadaki bütün kadınları düzecekti.Düzmese bile görecekti.Sevecekti.Dokunacaktı.Selim, bu yüzden kadın doğum uzmanı olmuştu.Erkeklerin görmek için bile para verdiği şeye, o her gün defalarca dokunuyordu.

Ama ne olduysa birkaç ay içinde oldu.Selim üst üste 8 ay boyunca aynı yarığa koştu.İzbe bir yeraltı pub’ında tanışmıştı o hatunla.Kapılmıştı.Tutulmuştu.Hatun, kadınlığın hakkını veriyordu.Selim ona defalarca bir evi olup olmadığını sorsa da, kendi evinin adresini duyacak kadar geniş ve cesur biri değildi henüz.

Azize.Kocasının başka kadınların yatağından toplayıp getirdiği saçları süpürgeye çekip evi havalandırıyor, iki kap da yemek yapıp kayıplara karışıyordu.Zamanla büyüyüp Selim’i çözmüştü.Azize zeki bir kızdı.Selim’i seviyordu.Ondan başkasının altına yatmamıştı.Evlendiği gece, kızlığını Selim’in altında bırakmıştı.

Selim, 8 aydır Azize’yle yattığını bilmeden Azize’yle yatıyordu.Hastalarını gereksiz yere ellemiyor, yalnızca işini yapıyordu.Yarığa doymuştu.Aklında yalnızca Azize’nin elektrik mavisi saçları, kıpkırmızı ruju, koyu bir göz makyajı, siyah jartiyeri, ince uzun parmakları ve tıpkı karısının göğüslerine benzeyen dik ve dolgun göğüsleri vardı.Selim, aşıktı.Tutku Selim’i önce çükünden sonra kalbinden vurmuştu!

İzin günüydü salı günleri.Ama genelde dışarıda geçirirdi, eve gelmeden Azize’yi arar ‘’yemek hazırla, geliyorum.’’ derdi.O gün yorgun olduğundan eve gidip sadece uyumayı planlıyordu.Zorlu bir ameliyattan çıkmıştı.Zili çaldı, ama kapının öbür tarafından ses yoktu.Anahtarıyla kilide davrandı.1.85lik iri ve yapılı vücudunu içeri aldı.Soyunup uyudu.Birkaç saat sonra uyandı.Alnındaki ter şakaklarını, çenesini ve son olarak da göğsünü yalayıp geçti.Selim sıcaktan daha fazla uyuyamadı, kalktı.Azize halâ yoktu.

Aynı pub’daydı Azize.Günlerden Salı olduğunu unutmuştu.Gerçi telefonu yanındaydı ama birkez olsun çalmamıştı. -Etkin Tercih: Sessiz- Selim telaşlanmıştı bu kadar uzun süre ortalıktan kaybolmazdı Azize.Köylüydü.İstanbul’u Kemaliye Sokak’tan ibaret biliyordu.Bir yandan arıyor bir yandan da hazırlanıyordu.İçindeki tutku, korkudan aceleciydi.Bir not bıraktı tezgahın üzerine: ‘’Ben çıkıyorum.Ameliyatım var.Eve dönünce beni ara.’’

Kontağı açtı.Beyni karıncalanıyordu.Sağ lobunda 8 aydır ismini bile öğrenemediği fahişe, sol lobunda küçük Azize.

Pub’ın kapısından girdi ve uzun boylu esmer bir çocuğa hatununu tarif etti.Azize onu tuvalete yakın bir masada bekliyordu. Selim Azize’nin yanına gidip göğüslerine ve diline minik birer öpücük kondurdu.Onları doğmamış çocukları gibi sahiplenip sevmişti.Başlangıç olarak iki bira söyledi.Aklı küçük karısındaydı.Ya başına bir iş geldiyse? diye geçirdi sol lobundan.Ve telefonuna davrandı:

-Tatlım 2 dakikaya geliyorum.

Lavaboya girdi.Rehberi açtı.Azize’yi buldu.Yeşil tuşa, az önce hatununun yarığına sürdüğü parmağıyla dokundu.açan yoktu.Israrla çalıyor fakatla inatla açılmıyordu.Kapattı.Bir daha denedi.Ve gözleri sabunluğun kenarında yanıp sönen telefonu sonunda seçebildi.

”SELİM calling”

-Aptal kız! Telefonunu makyajını ve peruğunu halletmek için girdiği, bay ve bayanların ortak kullanım alanı olan lavabonun kenarında unutmuştu!-

Sütten gerilmiş ve dikleşmiş bir gebenin göğüslerini andıran göğüsler,
Tanıdık gelen yarık,
Boynunda, karısıyla aynı yerde taşıdığı doğum lekesi,
Karısının ince ve uzun parmaklarına benzeyen, ince uzun parmaklar,
Azize’yle aynı ten rengi!

Bütün bunlar Selim’in beyninde bir balyoz etkisi yarattı.Küçük dilini güçlükle yerinde tutan doktor, tuvaletten çıktı ve karısının yanına gitti.

-Nerede kaldın hayatım? Merak etmeye başlamıştım.

Selim elini kadının peruğuna daldırdı ve bir hamlede çekip attı.Çantasının içinden oraya gelirken giydiği köy entarisini bulup çıkardı.Ve yüzüne fırlattı.Kadın şaşkınlıktan ölecekti. ”Makyajını sil kaltak!’’ dedi doktor.İşte Azize, işte 23 yaşındaki taze yüzü.

Gitti Selim, aşık olduğu kadını, doktorluğunu ve hayatını bırakıp oracıkta gitti.Nereye olduğunu bilmeden, sürdü arabasını sokaklara.Bugüne kadar aldatmış ama aldatılmamıştı.Bunu ilk defa yaşıyordu.İlk anne deyişi, ilk yaptığı sex gibi.Tuhaf ve karmaşık hislerbütün vücuduna kanser hücreleri gibi dağılmaya başladı.Saniyeler Selim’i geriyor, gerilen Selim dönmemek üzere dört ayak üstünde koşuyordu.. Aldatmamaya ve aldatılmamaya gidiyordu.Yani hiçliğe.


                                            SOKAKLARIN ÇOCUKLARI 


Yolun solundaki kaldırımdaydılar. Benim geçtiğimi görünce en uzun olanı seslendi:
”Abla, sigaran var mı?”
”Yok be ablam, inan ki sonuncuyu içtim şimdi…”
”Abla ismimi nerden biliyorsun sen?”
Güldüm.İçimdeki şaşkınlığın dışa vurumuydu bu sırıtış. ”La velet nerden bilecem ben senin adını, söylediğime inanasın diye öyle dedim.” Adını öğrenmiş oldum bitanesinin.Babayiğit bir duruş sığdırmış küçük yaşına.Diğerlerinin abisi olması lazım.Omuzlarına yaşından fazla yük binmiş; ses tonundan, bakışlarından ve oturuşundan belli…

Birden ortam kızıştı.İnan’la, en küçükleri bağırışmaya başladı.Küçük çocuğun adını sonradan duydum.İnan avazı çıktığı kadar bağırıp ”Fırat, ananı sikecem oğlum senin!” diye afilisinden bir tokat attığında…Hırçındı Fırat.Sekiz dokuz yaşlarındaydı en fazla.Öfkesi boyunu ve yaşını ikiye hatta üçe katlamaya yheterdi.Parmak uçlarında yükselip İnan’ın boğazını sıkmaya çalışıyordu.Derken İnan güzel bir kadraja soktu Fırat’ı.Toz toprak içinde yerde debelenen çocuk ağlamaya başladı.O anda bağırdı İnan, ”Kalk ulan, ben sana ağlamamayı öğretiyorum, düşünce tek başına kalkmayı, öteki mahalleden piçler geldiğinde analarını bellemeyi.Büyümeyi öğretiyorum ulan sana, kalk çabuk yerden!”

İlk otobüsü kaçırmıştım.Ama olduğum yerde çivilenmiş gibiydim.En sonunda kaldırımın İnan’la Fırat’a en uzak köşesinde dizlerini karnına çekip yoldan geçen arabaları boş gözlerle seyreden Ali’yi fark ettim.Bu kadar geç fark etmemin nedeni çocuğun hiçbir olaya tepki vermeden öylece çevresini izlemesiydi.Bir ara gözlerini yoldan ayırıp elindeki kola kapağıyla kumlukta belli belirsiz şekiller çizmeye başladı.Kendi kendine gülüp eğleniyordu.İstediği gibi bir şekil oluşturduğunda, alkış çalıyordu şuursuzca.Üç numaraydı saçları.Sadece üç numara.Üçünün de her yeri yara bere içindeydi.Üçü de acıyı göğüs kafeslerine hapsetmişti.

Ali’nin elinden yuvarlanıp yola kaçtı kapak.Arabalar geçti üzerinden, otobüsler, bisikletler, motorsikletler.Bir ağlayış tutturdu ki, sanırsın annesi kaldı arabaların altında, sanırsın kardeşi…Yani, ben öyle hissettim o feryat figandan.İnan gelip bir tekme koydu çocuğun sırtına.
”Git al o kapağı.”
”Alamam İnan abi, öldü o!”
”Ali git al, ölmedi.Getir onu buraya.”
”İnan abi, otobüs geçti üstünden otobüs.Annemin üstünden otobüs geçtiğinde ölmüştü ama!”
Gözlerimde biriken yaşları usulca yere bıraktım.Ve tıka basa dolu bir otobüs daha geçti önümden.Küçük adamın, annesini ezen…Ellerini yapıştırıp yüzüne, içindeki acıyı salıyordu göğüs kafesinden.Hıçkırıkları küçük dilini sıkıştırıyordu.Derisi kabardı, ve on yaşındaki bir çocuğun damarlarında çaresizlik yeniden şaha kalktı! Sonunda beklemeyi bırakıp yanlarına gitmeye karar verdim.Ama öncesinde birkaç metre uzağımdaki bakkaldan bir paket sigara aldım.Yavaş yavaş yanlarına yürüdüm.Hareketimin doğruluğunu ya da yanlışlığını tartışacak durumda değildim.Küçük adamların yanına ulaştığımda, büyük bir çocuktum bende.

Çantamdan çıkarıp paketi onlara uzattım. ”Eyvallah abla” dedi en büyüğü. Babası gibiydi diğerlerinin, abi lafı az kalır yanında. Durdu İnan, ”Bize sigara aldıysan bir şey isteyeceksin kesin, ama baştan söyleyelim biz ısmarlama çalışmayız, bu içtiğimiz dalın parası da şu yırtık cebimizde durmaz.Bilmem anlatabildim mi?” Sanki yıllardır karşılıksız tek bir şey geçmemişti boğazından. Bir nefes daha alıp, konuşmaya başladım: ’’Ben sizlerin hikayesini merak ettiğimden geldim.” Üçü birden gülümsedi. Yüzlerinde öyle eğreti durdu ki, az önce içten kahkahasını duyduğum Ali’yi görmesem hepsinin oyunculuğuna berbat diyebilirdim.

İnan anlatmaya başladı:

”13 yaşındayım.Sokak çocuğuyum.Evim sokak, yatağım sokak, yemeğim sokak.Okula hiç gitmedim.Babam annemi gözlerimin önünde doğradı.Sonra markete gönderip çöp poşeti aldırttı.Rakısını alıp evin en büyük koltuğuna yayıldığında; ‘Bu parçaları şunlara yerleştir, sonra da sokağın sonundaki konteynıra at, dikkat et velet kimse görmesin!’ Annemi poşetlere yerleştirdim.Yedi yaşındaki bir çocuk kadar yerleştirdim hem de.İçim aldığı kadar, içimi aldığı kadar…Kalbini aldım sadece.Kalbini alıp mutfaktaki kavanozlardan birine koydum.Onu da yatağımın altına.Çok geçmedi, nasıl oldu bilmiyorum ama suçu ortaya çıktı babamın.İçeri aldılar.Kaç yıl yedi, hiç bilmiyorum.Görmeye gitmedim, gelse de görmem.Bir gün dışarıdan geldim, her zamanki ritüelimi gerçekleştirecektim.Eve girdim, ‘anne oğlun geldi, ne yemek var?!’ dedim.Gülümseyerek odamın kapısını açtım.Bazanın altına eğildim.Annemin kalbini aldım.Çürümüştü.Bir annenin kalbi nasıl çürür, aklım almadı.O günden sonra giremedim ne odaya ne o eve.Sokakların çocuğuydum artık, annemin değil.Bu bana zaman zaman koysa da annemin bir mezarının olmaması kadar koymuyordu elbette.Mezar, bizim sokağın sonundaki konteynırdı.Ve ben de arada sırada dua etmeye oraya gidiyordum.İşte hepsi bu kadar.”

Hıçkırıklarımı yuttum, derin bir nefes alıp Fırat’a dönerek yavaşça kafamı eğdim:

”9 yaşındayım.Sokak çocuğuyum.Evim sokak, yatağım sokak, yemeğim sokak.9 çocuklu bir ailenin son numarasıyım.Benim anam da babam da hayatta.Okulu bıraktım, sigaraya başladım.Zincirle dayak yediğim o evden kaçıp, sokaklara sığındım.Kaldırımlarda sabahladım.Oğluna bıçak çeken bir babanın evladıyım.Ne yavşak biriyim, ne piçim, ne pezevenk ne de şerefsiz.Sokak çocuğuyum ben sokak.İnan ve Ali ile soğuk bir kaldırımda tanıştım.O gün bugündür kardeşiz.Evden kaçalı üç sene oluyor.Sümüğüm soğuktan donduğunda, hayata gülerek öğrendim büyümeyi.Ve korktuğunuz o Tanrıyla alay ederek…Çünkü, bütün kapattığı kapılara rağmen, sokağın kapanacak bir kapısı yoktu. Öhö öhö, söz sende Yandım Ali!”

Sonra bir dal daha çıkarıp paketten, yaktım onu da.Dudaklarım yorulmuştu.Ve dinlemeye devam ettim:

”10 yaşındayım. Sokak çocuğuyum.Evim sokak, yatağım sokak, yemeğim sokak.Annem ağzına kadar dolu bir otobüsün altında ezilerek can verdi.Babam anneme deli gibi aşık bir herifti.Kardeşim vardı, Eren.Kanserdi.Lenf kanseri.Kurtulma şansı çok az dediler.Annemle babamı hayata küstürdüler…Hastane hastane dolaşıp, günlerce aç, susuz, uykusuz bekledik baş ucunda… Annemin ölümü üzerine babam dayanamayıp intihar etti.Ama kardeşimi de yanına alarak gitmiş… Önce ona sıkmış, sonra kendine.Eren’in kurtulma şansı yok diye, ona tek başıma bakamam, acı çekmeden ölsün diye… Eve girdiğimde iki paramparça beyin karşıladı beni.Her şey ondan sonra başladı.Topraktan nefret ettim.Annemi, babamı, kardeşimi yutan topraktan nefret ettim.Ve sokağa attım kendimi.Benim hikâyem de böyledir güzel ablam…

Durdum.Ağzımda saatlerdir beklemekten küflenen cümleleri kusmak istedim.Yapamadım.Birden ayaklandılar. ”Bunu niye yaptık bilmiyorum.Niye sana anlattık, bilmiyorum.Ama şimdi ayrılık vakti.Daha gidip karnımızı doyurmaya çalışacağız.Şimdi konuş.Biz sana hayatımızı anlattık sen bizden bir adını esirgedin.Söyle de bilelim?”
Gözlerimi kurulayıp sırıttım. ”İlkay ben, seneler önce sokak çocuğuydum.Evim sokaktı, yatağım sokaktı, yemeğim sokaktı.”