SOKAKLARIN ÇOCUKLARI
Yolun solundaki kaldırımdaydılar. Benim geçtiğimi
görünce en uzun olanı seslendi:
”Abla, sigaran var mı?”
”Yok be ablam, inan ki sonuncuyu içtim şimdi…”
”Abla ismimi nerden biliyorsun sen?”
Güldüm.İçimdeki şaşkınlığın dışa vurumuydu bu sırıtış. ”La velet nerden bilecem ben senin adını, söylediğime inanasın diye öyle dedim.” Adını öğrenmiş oldum bitanesinin.Babayiğit bir duruş sığdırmış küçük yaşına.Diğerlerinin abisi olması lazım.Omuzlarına yaşından fazla yük binmiş; ses tonundan, bakışlarından ve oturuşundan belli…
Birden ortam kızıştı.İnan’la, en küçükleri bağırışmaya başladı.Küçük çocuğun adını sonradan duydum.İnan avazı çıktığı kadar bağırıp ”Fırat, ananı sikecem oğlum senin!” diye afilisinden bir tokat attığında…Hırçındı Fırat.Sekiz dokuz yaşlarındaydı en fazla.Öfkesi boyunu ve yaşını ikiye hatta üçe katlamaya yheterdi.Parmak uçlarında yükselip İnan’ın boğazını sıkmaya çalışıyordu.Derken İnan güzel bir kadraja soktu Fırat’ı.Toz toprak içinde yerde debelenen çocuk ağlamaya başladı.O anda bağırdı İnan, ”Kalk ulan, ben sana ağlamamayı öğretiyorum, düşünce tek başına kalkmayı, öteki mahalleden piçler geldiğinde analarını bellemeyi.Büyümeyi öğretiyorum ulan sana, kalk çabuk yerden!”
İlk otobüsü kaçırmıştım.Ama olduğum yerde çivilenmiş gibiydim.En sonunda kaldırımın İnan’la Fırat’a en uzak köşesinde dizlerini karnına çekip yoldan geçen arabaları boş gözlerle seyreden Ali’yi fark ettim.Bu kadar geç fark etmemin nedeni çocuğun hiçbir olaya tepki vermeden öylece çevresini izlemesiydi.Bir ara gözlerini yoldan ayırıp elindeki kola kapağıyla kumlukta belli belirsiz şekiller çizmeye başladı.Kendi kendine gülüp eğleniyordu.İstediği gibi bir şekil oluşturduğunda, alkış çalıyordu şuursuzca.Üç numaraydı saçları.Sadece üç numara.Üçünün de her yeri yara bere içindeydi.Üçü de acıyı göğüs kafeslerine hapsetmişti.
Ali’nin elinden yuvarlanıp yola kaçtı kapak.Arabalar geçti üzerinden, otobüsler, bisikletler, motorsikletler.Bir ağlayış tutturdu ki, sanırsın annesi kaldı arabaların altında, sanırsın kardeşi…Yani, ben öyle hissettim o feryat figandan.İnan gelip bir tekme koydu çocuğun sırtına.
”Git al o kapağı.”
”Alamam İnan abi, öldü o!”
”Ali git al, ölmedi.Getir onu buraya.”
”İnan abi, otobüs geçti üstünden otobüs.Annemin üstünden otobüs geçtiğinde ölmüştü ama!”
Gözlerimde biriken yaşları usulca yere bıraktım.Ve tıka basa dolu bir otobüs daha geçti önümden.Küçük adamın, annesini ezen…Ellerini yapıştırıp yüzüne, içindeki acıyı salıyordu göğüs kafesinden.Hıçkırıkları küçük dilini sıkıştırıyordu.Derisi kabardı, ve on yaşındaki bir çocuğun damarlarında çaresizlik yeniden şaha kalktı! Sonunda beklemeyi bırakıp yanlarına gitmeye karar verdim.Ama öncesinde birkaç metre uzağımdaki bakkaldan bir paket sigara aldım.Yavaş yavaş yanlarına yürüdüm.Hareketimin doğruluğunu ya da yanlışlığını tartışacak durumda değildim.Küçük adamların yanına ulaştığımda, büyük bir çocuktum bende.
Çantamdan çıkarıp paketi onlara uzattım. ”Eyvallah abla” dedi en büyüğü. Babası gibiydi diğerlerinin, abi lafı az kalır yanında. Durdu İnan, ”Bize sigara aldıysan bir şey isteyeceksin kesin, ama baştan söyleyelim biz ısmarlama çalışmayız, bu içtiğimiz dalın parası da şu yırtık cebimizde durmaz.Bilmem anlatabildim mi?” Sanki yıllardır karşılıksız tek bir şey geçmemişti boğazından. Bir nefes daha alıp, konuşmaya başladım: ’’Ben sizlerin hikayesini merak ettiğimden geldim.” Üçü birden gülümsedi. Yüzlerinde öyle eğreti durdu ki, az önce içten kahkahasını duyduğum Ali’yi görmesem hepsinin oyunculuğuna berbat diyebilirdim.
İnan anlatmaya başladı:
”13 yaşındayım.Sokak çocuğuyum.Evim sokak, yatağım sokak, yemeğim sokak.Okula hiç gitmedim.Babam annemi gözlerimin önünde doğradı.Sonra markete gönderip çöp poşeti aldırttı.Rakısını alıp evin en büyük koltuğuna yayıldığında; ‘Bu parçaları şunlara yerleştir, sonra da sokağın sonundaki konteynıra at, dikkat et velet kimse görmesin!’ Annemi poşetlere yerleştirdim.Yedi yaşındaki bir çocuk kadar yerleştirdim hem de.İçim aldığı kadar, içimi aldığı kadar…Kalbini aldım sadece.Kalbini alıp mutfaktaki kavanozlardan birine koydum.Onu da yatağımın altına.Çok geçmedi, nasıl oldu bilmiyorum ama suçu ortaya çıktı babamın.İçeri aldılar.Kaç yıl yedi, hiç bilmiyorum.Görmeye gitmedim, gelse de görmem.Bir gün dışarıdan geldim, her zamanki ritüelimi gerçekleştirecektim.Eve girdim, ‘anne oğlun geldi, ne yemek var?!’ dedim.Gülümseyerek odamın kapısını açtım.Bazanın altına eğildim.Annemin kalbini aldım.Çürümüştü.Bir annenin kalbi nasıl çürür, aklım almadı.O günden sonra giremedim ne odaya ne o eve.Sokakların çocuğuydum artık, annemin değil.Bu bana zaman zaman koysa da annemin bir mezarının olmaması kadar koymuyordu elbette.Mezar, bizim sokağın sonundaki konteynırdı.Ve ben de arada sırada dua etmeye oraya gidiyordum.İşte hepsi bu kadar.”
Hıçkırıklarımı yuttum, derin bir nefes alıp Fırat’a dönerek yavaşça kafamı eğdim:
”9 yaşındayım.Sokak çocuğuyum.Evim sokak, yatağım sokak, yemeğim sokak.9 çocuklu bir ailenin son numarasıyım.Benim anam da babam da hayatta.Okulu bıraktım, sigaraya başladım.Zincirle dayak yediğim o evden kaçıp, sokaklara sığındım.Kaldırımlarda sabahladım.Oğluna bıçak çeken bir babanın evladıyım.Ne yavşak biriyim, ne piçim, ne pezevenk ne de şerefsiz.Sokak çocuğuyum ben sokak.İnan ve Ali ile soğuk bir kaldırımda tanıştım.O gün bugündür kardeşiz.Evden kaçalı üç sene oluyor.Sümüğüm soğuktan donduğunda, hayata gülerek öğrendim büyümeyi.Ve korktuğunuz o Tanrıyla alay ederek…Çünkü, bütün kapattığı kapılara rağmen, sokağın kapanacak bir kapısı yoktu. Öhö öhö, söz sende Yandım Ali!”
Sonra bir dal daha çıkarıp paketten, yaktım onu da.Dudaklarım yorulmuştu.Ve dinlemeye devam ettim:
”10 yaşındayım. Sokak çocuğuyum.Evim sokak, yatağım sokak, yemeğim sokak.Annem ağzına kadar dolu bir otobüsün altında ezilerek can verdi.Babam anneme deli gibi aşık bir herifti.Kardeşim vardı, Eren.Kanserdi.Lenf kanseri.Kurtulma şansı çok az dediler.Annemle babamı hayata küstürdüler…Hastane hastane dolaşıp, günlerce aç, susuz, uykusuz bekledik baş ucunda… Annemin ölümü üzerine babam dayanamayıp intihar etti.Ama kardeşimi de yanına alarak gitmiş… Önce ona sıkmış, sonra kendine.Eren’in kurtulma şansı yok diye, ona tek başıma bakamam, acı çekmeden ölsün diye… Eve girdiğimde iki paramparça beyin karşıladı beni.Her şey ondan sonra başladı.Topraktan nefret ettim.Annemi, babamı, kardeşimi yutan topraktan nefret ettim.Ve sokağa attım kendimi.Benim hikâyem de böyledir güzel ablam…
Durdum.Ağzımda saatlerdir beklemekten küflenen cümleleri kusmak istedim.Yapamadım.Birden ayaklandılar. ”Bunu niye yaptık bilmiyorum.Niye sana anlattık, bilmiyorum.Ama şimdi ayrılık vakti.Daha gidip karnımızı doyurmaya çalışacağız.Şimdi konuş.Biz sana hayatımızı anlattık sen bizden bir adını esirgedin.Söyle de bilelim?”
Gözlerimi kurulayıp sırıttım. ”İlkay ben, seneler önce sokak çocuğuydum.Evim sokaktı, yatağım sokaktı, yemeğim sokaktı.”
”Abla, sigaran var mı?”
”Yok be ablam, inan ki sonuncuyu içtim şimdi…”
”Abla ismimi nerden biliyorsun sen?”
Güldüm.İçimdeki şaşkınlığın dışa vurumuydu bu sırıtış. ”La velet nerden bilecem ben senin adını, söylediğime inanasın diye öyle dedim.” Adını öğrenmiş oldum bitanesinin.Babayiğit bir duruş sığdırmış küçük yaşına.Diğerlerinin abisi olması lazım.Omuzlarına yaşından fazla yük binmiş; ses tonundan, bakışlarından ve oturuşundan belli…
Birden ortam kızıştı.İnan’la, en küçükleri bağırışmaya başladı.Küçük çocuğun adını sonradan duydum.İnan avazı çıktığı kadar bağırıp ”Fırat, ananı sikecem oğlum senin!” diye afilisinden bir tokat attığında…Hırçındı Fırat.Sekiz dokuz yaşlarındaydı en fazla.Öfkesi boyunu ve yaşını ikiye hatta üçe katlamaya yheterdi.Parmak uçlarında yükselip İnan’ın boğazını sıkmaya çalışıyordu.Derken İnan güzel bir kadraja soktu Fırat’ı.Toz toprak içinde yerde debelenen çocuk ağlamaya başladı.O anda bağırdı İnan, ”Kalk ulan, ben sana ağlamamayı öğretiyorum, düşünce tek başına kalkmayı, öteki mahalleden piçler geldiğinde analarını bellemeyi.Büyümeyi öğretiyorum ulan sana, kalk çabuk yerden!”
İlk otobüsü kaçırmıştım.Ama olduğum yerde çivilenmiş gibiydim.En sonunda kaldırımın İnan’la Fırat’a en uzak köşesinde dizlerini karnına çekip yoldan geçen arabaları boş gözlerle seyreden Ali’yi fark ettim.Bu kadar geç fark etmemin nedeni çocuğun hiçbir olaya tepki vermeden öylece çevresini izlemesiydi.Bir ara gözlerini yoldan ayırıp elindeki kola kapağıyla kumlukta belli belirsiz şekiller çizmeye başladı.Kendi kendine gülüp eğleniyordu.İstediği gibi bir şekil oluşturduğunda, alkış çalıyordu şuursuzca.Üç numaraydı saçları.Sadece üç numara.Üçünün de her yeri yara bere içindeydi.Üçü de acıyı göğüs kafeslerine hapsetmişti.
Ali’nin elinden yuvarlanıp yola kaçtı kapak.Arabalar geçti üzerinden, otobüsler, bisikletler, motorsikletler.Bir ağlayış tutturdu ki, sanırsın annesi kaldı arabaların altında, sanırsın kardeşi…Yani, ben öyle hissettim o feryat figandan.İnan gelip bir tekme koydu çocuğun sırtına.
”Git al o kapağı.”
”Alamam İnan abi, öldü o!”
”Ali git al, ölmedi.Getir onu buraya.”
”İnan abi, otobüs geçti üstünden otobüs.Annemin üstünden otobüs geçtiğinde ölmüştü ama!”
Gözlerimde biriken yaşları usulca yere bıraktım.Ve tıka basa dolu bir otobüs daha geçti önümden.Küçük adamın, annesini ezen…Ellerini yapıştırıp yüzüne, içindeki acıyı salıyordu göğüs kafesinden.Hıçkırıkları küçük dilini sıkıştırıyordu.Derisi kabardı, ve on yaşındaki bir çocuğun damarlarında çaresizlik yeniden şaha kalktı! Sonunda beklemeyi bırakıp yanlarına gitmeye karar verdim.Ama öncesinde birkaç metre uzağımdaki bakkaldan bir paket sigara aldım.Yavaş yavaş yanlarına yürüdüm.Hareketimin doğruluğunu ya da yanlışlığını tartışacak durumda değildim.Küçük adamların yanına ulaştığımda, büyük bir çocuktum bende.
Çantamdan çıkarıp paketi onlara uzattım. ”Eyvallah abla” dedi en büyüğü. Babası gibiydi diğerlerinin, abi lafı az kalır yanında. Durdu İnan, ”Bize sigara aldıysan bir şey isteyeceksin kesin, ama baştan söyleyelim biz ısmarlama çalışmayız, bu içtiğimiz dalın parası da şu yırtık cebimizde durmaz.Bilmem anlatabildim mi?” Sanki yıllardır karşılıksız tek bir şey geçmemişti boğazından. Bir nefes daha alıp, konuşmaya başladım: ’’Ben sizlerin hikayesini merak ettiğimden geldim.” Üçü birden gülümsedi. Yüzlerinde öyle eğreti durdu ki, az önce içten kahkahasını duyduğum Ali’yi görmesem hepsinin oyunculuğuna berbat diyebilirdim.
İnan anlatmaya başladı:
”13 yaşındayım.Sokak çocuğuyum.Evim sokak, yatağım sokak, yemeğim sokak.Okula hiç gitmedim.Babam annemi gözlerimin önünde doğradı.Sonra markete gönderip çöp poşeti aldırttı.Rakısını alıp evin en büyük koltuğuna yayıldığında; ‘Bu parçaları şunlara yerleştir, sonra da sokağın sonundaki konteynıra at, dikkat et velet kimse görmesin!’ Annemi poşetlere yerleştirdim.Yedi yaşındaki bir çocuk kadar yerleştirdim hem de.İçim aldığı kadar, içimi aldığı kadar…Kalbini aldım sadece.Kalbini alıp mutfaktaki kavanozlardan birine koydum.Onu da yatağımın altına.Çok geçmedi, nasıl oldu bilmiyorum ama suçu ortaya çıktı babamın.İçeri aldılar.Kaç yıl yedi, hiç bilmiyorum.Görmeye gitmedim, gelse de görmem.Bir gün dışarıdan geldim, her zamanki ritüelimi gerçekleştirecektim.Eve girdim, ‘anne oğlun geldi, ne yemek var?!’ dedim.Gülümseyerek odamın kapısını açtım.Bazanın altına eğildim.Annemin kalbini aldım.Çürümüştü.Bir annenin kalbi nasıl çürür, aklım almadı.O günden sonra giremedim ne odaya ne o eve.Sokakların çocuğuydum artık, annemin değil.Bu bana zaman zaman koysa da annemin bir mezarının olmaması kadar koymuyordu elbette.Mezar, bizim sokağın sonundaki konteynırdı.Ve ben de arada sırada dua etmeye oraya gidiyordum.İşte hepsi bu kadar.”
Hıçkırıklarımı yuttum, derin bir nefes alıp Fırat’a dönerek yavaşça kafamı eğdim:
”9 yaşındayım.Sokak çocuğuyum.Evim sokak, yatağım sokak, yemeğim sokak.9 çocuklu bir ailenin son numarasıyım.Benim anam da babam da hayatta.Okulu bıraktım, sigaraya başladım.Zincirle dayak yediğim o evden kaçıp, sokaklara sığındım.Kaldırımlarda sabahladım.Oğluna bıçak çeken bir babanın evladıyım.Ne yavşak biriyim, ne piçim, ne pezevenk ne de şerefsiz.Sokak çocuğuyum ben sokak.İnan ve Ali ile soğuk bir kaldırımda tanıştım.O gün bugündür kardeşiz.Evden kaçalı üç sene oluyor.Sümüğüm soğuktan donduğunda, hayata gülerek öğrendim büyümeyi.Ve korktuğunuz o Tanrıyla alay ederek…Çünkü, bütün kapattığı kapılara rağmen, sokağın kapanacak bir kapısı yoktu. Öhö öhö, söz sende Yandım Ali!”
Sonra bir dal daha çıkarıp paketten, yaktım onu da.Dudaklarım yorulmuştu.Ve dinlemeye devam ettim:
”10 yaşındayım. Sokak çocuğuyum.Evim sokak, yatağım sokak, yemeğim sokak.Annem ağzına kadar dolu bir otobüsün altında ezilerek can verdi.Babam anneme deli gibi aşık bir herifti.Kardeşim vardı, Eren.Kanserdi.Lenf kanseri.Kurtulma şansı çok az dediler.Annemle babamı hayata küstürdüler…Hastane hastane dolaşıp, günlerce aç, susuz, uykusuz bekledik baş ucunda… Annemin ölümü üzerine babam dayanamayıp intihar etti.Ama kardeşimi de yanına alarak gitmiş… Önce ona sıkmış, sonra kendine.Eren’in kurtulma şansı yok diye, ona tek başıma bakamam, acı çekmeden ölsün diye… Eve girdiğimde iki paramparça beyin karşıladı beni.Her şey ondan sonra başladı.Topraktan nefret ettim.Annemi, babamı, kardeşimi yutan topraktan nefret ettim.Ve sokağa attım kendimi.Benim hikâyem de böyledir güzel ablam…
Durdum.Ağzımda saatlerdir beklemekten küflenen cümleleri kusmak istedim.Yapamadım.Birden ayaklandılar. ”Bunu niye yaptık bilmiyorum.Niye sana anlattık, bilmiyorum.Ama şimdi ayrılık vakti.Daha gidip karnımızı doyurmaya çalışacağız.Şimdi konuş.Biz sana hayatımızı anlattık sen bizden bir adını esirgedin.Söyle de bilelim?”
Gözlerimi kurulayıp sırıttım. ”İlkay ben, seneler önce sokak çocuğuydum.Evim sokaktı, yatağım sokaktı, yemeğim sokaktı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder